İnsan’ın gerçek insana dönüşme, ‘olgunlaşma’ sürecinin çalkantılı yolculuğu…


BOĞAZIMA TAKILAN BALIK KILÇIKLARI – 1

©Bircan Ünver

Elimde iki uçlu bir çatal, boğazıma yatayına takılmış olan kalın bir balık kılçığını, yakalamaya çalışarak çıkartmaya çalışıyorum…

Kılçığı çatalın ucuna takılmış,  tam  ağzımdan dışarı çıkartacak noktaya geldiğimde ise, tüm bedenimin, derimi ince bir giysi gibi boşaltarak dışarıya çekmekte olduğum hissine kapılıyor, nefessiz kalıp, panikleyerek uyanıyorum…

Hemen yanıbaşımda duran saate bakıyorum. Saat sabahın henüz 1.30 sıraları..

Saat 5’te  iş için kalkmış olmam gerektiğini ve önümde 12 saatlik zorlu ve yoğun bir çalışma gününün beni beklediğini düşünüyorum..

Kötü bir rüya görmüş olduğumu farkedip, sağa sola dönüşlerle geçen bir yarım saat sonra biraz olsun sakinleşerek yeniden yarıda bıraktığım uykuma dalıyorum..

Fakat, karabasan peşimi bırakmıyor !. Balık kılçığı da… O panikle yeniden uyanıyorum.

Aynı kabusun,  ara verilmiş bir film gibi aynı gece en az üç kez tekrarlandığını düşünebiliyor musunuz ?

Her uyanışta yeniden uyumak daha da güçleşiyor.

Sonunda sizi, sabahın  5’i yerine henüz 4’ü bile olmadan yatağınızdan kalkmaya zorluyor.

Aralıksız kabusların ve uykusuzluğun da etkisiyle, güne erkenden, çok yorgun ve gergin bir ruh haliyle hazırlanmaya başladığımı sanıyorum, tahmin edebilirsiniz..

* * * * *

Aşırı koşuşturmalı – yorucu, 50 kişilik bir grubun ropörtajı-DVD/video ve ayrıca ses kayıtlarını içeren ve sabah saat 7’de başlayıp akşam 19’da  biten bir projede çalıştım aynı gün..

Buna karşın gün boyu kendimi kabusun etkisinden  kurtarabildiğimi de söyleyemem..

Ancak dinlenmeden başlanan bir günün ve de işimin aşırı yorucu temposundan olmalı, « kabus » üzerinde daha fazla düşünmeye vakit bulduğumu da iddia edemem…

O akşam  21 sularında, subway/metro/yeraltı treninde Manhattan’dan Kew Gardens’a eve dönerken biriyle konuşuyor – zihinsel olarak –  hissine kapıldım. Neredeyse kelimeler dudaklarımdan sesli çıkmaya baslamıştı.. Bir ara ‘subway’de etrafıma bakındım, acaba gerçekten sesli konuştum ve beni duyan oldu mu diye..

Ve o etki altında, birinin telepati yoluyla benimle iletişim kurmaya çalışıp, çalışmadığı sorusuna yanıt aramaya başladım…

Bu halimi kısmî olarak aşırı yorgunluğuma ve gecemi zehir eden  üç perdelik kabusa bağlamakla birlikte, birinin benimle temasa geçmeye çalıştığı duygusunun da baskın etkisiyle, « kim  olursan  ve nerede olursan ol, seni seviyorum », diye beni etkisi altına alan o telepati dalgalarına adeta düşünsel (ve belki sesli de) olarak yanıt veriyordum. Belki de, biriyle düşünce frekans boyutunda kendi kendime konuşuyordum…

Veya, en azından böyle algılıyordum..

Subway/metronun, Kew Gardens istasyonundan çıkarken, benimle iletişim kurmaya çalışanın kim olabilecegini/olduğuna dair sanki birileri beni dürtüklemeye başladı.  İçimi ürperti bastı.

« Bu mutlaka Sir A…. olmalı » kelimeleri çıktı dudaklarımdan. Yılbaşından beri rahatsız olduğunu ve hastaneye girip çıktığını biliyordum..

İki hafta kadar önce de telefonla konuşmuştum.

* * * * *

Eve döner dönmez, akşam yemeğini  dahi yememiş ve saat 21:00’i de geçmiş olmasına ve acıkmama rağmen, bütün gün  işteki yoğun tempodan dolayı , e-postalarıma da bakmaya fırsat bulamamanın telâşıyla,  sanki aradığım yanıtın gelmiş olabileceği duygusuyla ilk işim kendimi bilgisayar ekranı önüne bırakmak oldu…

* * * * *

Evet ve ne yazık ki, çok sarsıcı olsa da,  tahmin ettiğim yanıt,  e-postaların arasındaydı..

İlki, New York’tan yaklaşık 12 saat  ileride olan dünyanın uzak bir köşesinden gönderilmiş olan mesajdı.

Nedense, kabus  ile  eşzamanlı olarak, olayın kendisi « bir bedenden bir canın çıkış ânı”gibi olmalı, beynime ve bedenime  soyutsal anlamda yansımıştı.  O gece, ‘hissedişin ötesinde ve yaşamışlığın gerçekliğinde’, bir bedenin ruhtan ayrılış noktasını, adeta bizzat ve üç kez yaşamış olabileceğimi düşündüm…

Ancak, « veda » mesajı niteliğinde olanının  ise düşünsel dalga olarak, o akşam bana ‘subway’de biraz gecikerek ulaşmış olduğunun da artık bilincindeydim..

Yukarıdaki kabusu 18 Mart’ı, 19 Mart’a (2008)  bağlayan gecenin ertesinde, erken saatlerde; « subway »deki düşünsel frekansta konuşmayı » ise 19 Mart akşamı yaşadım..

E-postadan, Colombo/Sri Lanka‘dan « Ünlü bilimci ve kurgu bilim yazarı Sir Arthur C. Clarke‘ın 90 yaşında yaşama veda ettiği » haberine paralel  olarak(19 Mart 2008), « İki Evrensel İnsan: Rumi & Clarke » (Two Universal Man: Rumi Clarke, 5 Aralık 2007, CUNY, NYC ) etkinliğimizde sunum yapmış olan, Yale Üniversitesi’nden James Clement Van Pelt‘den ve Light Millennium bünyesindeki çalışmalara destek veren yakın dostlar-meslekdaşlardan gelen (Figen Bingül, Hümeyra Koçak, Emily Alp, Julie Mardin, Kalman Angus-Clark) « taziye » mesajlarını, içimde yoğunlaşan hıçkırıkların gözyaşlarına dönüşüp, doldurduğu yaşlı gözlerle okumaya çalıştım.

Ve nedense bugün dahi, o gördüğüm « kabus » ile « subway »deki “frekans”tan konuşmanın gerçekliği,  zaman zaman beni ürpertmekte ve de derinlemesine düşünmeme yol açmaktadır!

* * * * *

Aradan bunca zaman geçti..

Ve birbirine bağlı bu iki durumun gerçekliğinin etkisini bugün dahi hissediyor olmanın içgüdüsüyle, bu ruhsal etkilenmeyi nasıl aşabileceğimi sürekli sorgulamaya başladım. Sonunda,  neler hissettiklerimi  yazmam gerektiğine karar verdim. Bu ruh hali beni, bir kitap projesinin de ilk sayfalarını bilgisayarımda tuşlamaya iteledi. Burada aktarmaya çalıştığımın  durum ve üzerime sinen duyguları bilgisayar  üzerine yansıtmaya,  geçtiğimiz Mayıs ayında başladım….

* * * * *

2.5 yılı aşkın bu sürede, « boğazıma takılan ve çıkartmaya çalıştığım » balık kılçıkları çoğaldıkça , çoğaldı.. Ya da Türkiye ve  dünya genelinde olsun bazı olay, durum ve gelişmelerin, – özel ve sosyal yaşamımın etkisiyle de olmalı -, her biri adeta gün geçtikçe,  o gece gördüğüm kabustaki gibi boğazımda düğümlenmeye devam etti.

Ve her bir kılçığı çıkartmaya, bir yumruk gibi düğümlenen o meşum duyguları aşmaya çalıştığımda, psikolojik olarak sanki ruhum  o kılçık veya düğüm yerine boğazımdan fırlayacak ve bedenimden çıkacak panigine kapılıyorum. Çıkartmaya çalışırken de, derimi birlikte götürecek, bedenim içi boşaltilmiş incecik tüyden hafif bir elbise yığını olacakmış hissine düşüyorum.

Henüz fazla yol katedemediğim kitap projesinde, dün gece sevgili dost Nusret Özgül’ün ‘haftalık makaleler yaz’ önerisi üzerine bir başlık düşünürken, yine « boğazıma takılmış bulunan balık kılçığı » metaforu (istiadesi) aklıma geldi..

Her halükarda, bu yazı daha çok anlatı/deneme niteliğindedir. Bununla birlikte, Yerelce için ‘genel başlık’ olarak « Boğazıma Takılan Balık Kılçıkları »  adını düşündüğüm için, anafikrin doğuş gerekçesini de sizlerle paylaşmak istedim..

Bu nedenle, zaman zaman Yerelce için yazacağım bu genel başlık altındaki yazıların içeriği;  yaşam-kültür, insan/insan ilişkileri, dünya nüfusunun yüzde birinin çıkarlarının korunmasını esas alarak kurgulanmış yönetim ve işleyiş sistemi – mekanizmaları ve politikaları içinde – « boğazıma takılmış olan balık kılçıkları »nın yaşama ve insana dokunan her alandaki « olumsuzluklarını », düşünsel boyutta dahi olsa « olumlu »ya dönüştürme çabalarımda da bir girişim özelliği taşıyacaktır.

Gerek insan ilişkilerinde gerekse düşlenen/hedeflenen ideallere yönelik projeler sürecinde, « acıtmış/incitmiş tecrübe ve olayları » da, soyut bir anlatım ile  yazmaya  çalışarak, nesneleştirmek ve « olumsuz » tüm etkilerden arındırmak, belki de böylece mümkün olabilecek ( mi ?).

Çünkü, bu tür karabasanlardan kurtulabilmenin yolu, belki de,  onları nesneleştirmek ve olumluya dönüştürmekten geçmektedir. Başka bir deyişle, « yaşadıklarımızdan öğrendiğimiz şeyler var.. » ve « öğrenilenler ve bilinenler » dersler çıkartılarak, paylaşılmalıdır. Ortak idealler ve « insan” kimliği ile çıktığımız bu yolculukta, ancak onları paylaşarak, birbirimizi destekleyip, coğalarak, coğaltarak ve kendilerini “insan” kimliği taşıyanlar arasında görenleri de düşündürüp, etkileyerek,  yerleşik engebeleri hep birlikte aşmamız ve somut ve büyük mesafeleri de birlikte katetmemizin mümkün olabileceğine inanıyorum.

Zira 8 milyara yakın nüfusu ile bu yeryüzünde her kişi bir  ‘insan’ olarak doğmuştur. Ve ne acıklıdır ki, ‘vahşetin, savaşın, sömürünün, öldürmenin, yalanın, aldatmanın ve kandırmacanın hükmettiği asırları, çağları ve gelişen süreci günümüzde henüz aşabilmiş değiliz!

Evet, en üzücü olanı ise, « insan olma » evrimini bütün boyut ve değerleriyle tamamlamaktan  çok uzaklarda bulunmamızdır..  Bu çok yavaş seyreden « insan’ın gerçek insana dönüşme süreci”, aynı zamanda 13 milyarı aşkın bin, onbin, yüzbinli çağları da aşan  çalkantılı bir yolculuktur.

Bu çalkantılı yolculuk bir tür ‘olgunlaşma’ ve ‘insan olma’ sürecidir. Çünki, ‘insan olma yolculuğu, doğduğumuz andan itibaren başlar, ölünceye kadar da devam eder. Her birey yeryüzünde o süreci geriletme veya ilerletme çabalarına kendi güç ve kapasitesi boyutunda katkıda bulunur.

‘Olgunlaşma’dan örnek vermek gerekirse; Gandhi, Martin Luther King, Dr. A. T. Ari Ariyaratne, Sir Arthur C. Clarke, Carl Sagan, Noam Chomsky ve hatta  Al Gore’a da bu sınıflamada yer vermek mümkündür. Bu değer ve nitelikteki kişiler artık insanlığın ortak bir zenginliği olmuştur. Dönemlerinin ise  insanlığın altın çağlarına ulaşıldığında,  seçkin örnekler  arasında yer alması gerektiğine inanıyorum.

Tüm mesele; ‘olgunlaşma’ sürecini tamamlamış, özümsemiş yukarıda adlarını verdiğim nitelikteki kişilerin sayısının,  ne yazık ki parmakla sayılacak kadar az olmasıdır. Ve de aynı kalitedeki kişilerin sayısının yanısıra, onların gösterdikleri doğruları anladıktan sonra, bilinçlenmeye başlayan yeryüzü yaşayanlarının nüfusunun artması ve de azınlık, değil çoğunluk toplumlarını oluşturmaya başlanması zorunludur. Bu olgunlaşmış ve ruhunda ‘insan’ olduğunu hisseden çoğunluk gerçekleşmediği sürece de, “olgunlaşmamışların”, insanlığın yararına değil, sadece belirli çıkar güçlerinin hizmetine çalışanları yönetimlere getirdikleri, ‘al gülüm, ver gülüm’ dönemleri ne yazık ki süregelecektir.

Bu çok soyut ve genel çerçevede, benzer düşünce, tecrübe ve arayışlara sahip olanlarla birlikte, yeni bir bağ oluşturarak, ortak değerleri küresel bağlamda sunacak bir yapılanmanın da, ilk tohumlarını  birlikte ekebilme,  bu bitmeyen yolculukta belki de yeni adımları bu amaçla birlikte atabilmek umuduyla…

–    5 Aralık 2007 tarihinde, CUNY-Graduate Center, NYC’de, Iki Evrensel Insan: Rumi Clarke/Two Universal Men: Rumi & Clarke etkinligindeki sunumlardan biri olan slayt gosterisi için:  http://www.lightmillennium.org/rumi_clarke/two_universal_men_dec5_07_final.mov linkini tıklayınız !

©Bircan Ünver, 20 Temmuz 2010, New York

http://www.lightmillennium.org

http://www.isikbinyili.org

Bircan Ünver’in diğer yazıları :