Tesadüflere İnananlardan mısınız? İki Kadın İki Olay ve Kozmik Denge!


Yaşamda, şans ve kader birlikte işliyor sanki. Hem de olması gerektiği şekliyle işliyor. Raslantılar, karşılaşmalar, unutmalar, seçme ya da seçmeme gibi küçük hamleler bir tür kozmik denge oluşturuyor. Sonunda her şey olması gerektiği gibi oluyor. Kozmik Denge’nin oyun kuralları da böyle mi belirlenmiş acaba!?

***

Hayata Şekil Veren İnanılmaz Raslantılar

 

halit-umar1a

© Dr.Halit Umar

 

Adam Philips “Yaşanmamış Hayatların Değeri” üzerine kaleme aldığı muhteşem yazısında “ister hür irademizle ister dıştan gelen zorlamalarla, seçmeyip dışarda bıraktığımız kararların, bizi bugünkü biz yapmasından duyduğumuz acıları çekeriz” diyor. Seçmeyip dışlanan bu yollarla doludur herkesin yaşamı.

Akademik eğitim beklentileri olan bütün 14 yaşı civarındaki Bulgar çocukların yaptıkları gibi ben de (Maria Popova) yaz aylarını ülkenin elitlerine uygulanan ve yabancı dille eğitim yapan okullara girebilme için harcadım. Bunların en önemlileri İngilizce, Almanca ve Fransızca eğitim veren liselerdi. En prestijli olanı da Sofia Amerikan Koleji idi. Bu okullar öğrencilerini o dilin konuşulduğu ülkelerdeki yüksek eğitime hazırlıyorlardı.

Bulgaristanda Liselere giriş sınavı son derece zor ve özellikle matematikte kıran kırana olurdu. Ben de Alman Lisesine gitmeyi düşünüyor, istiyordum. Bugüne kadar matematikten yüksek notlar alıyordum. Öte yandan babama hayrandım ve o dört dili konuşuyordu ama en iyi yabancı dili Almancaydı. O bir gemanofildi.

Ortaokuldaki en iyi arkadaşım olan Yoanna, Alman Lisesini ikinci ve Amerikan Kolejini de ilk seçenek olarak belirledi. Her iki okulun giriş sınavlarına katılmaya karar verdi. Beni kendisine eşlik etmem için Amerikan Koleji sınavına da girmeye zorladı. O birbuçuk yıl bu sınavlara hazırlandı. Amerikan Koleji dışındaki sınavlar aynı ayın ilk günlerinde yapıldı.

Ben de laf olsun diye test ve kompozisyondan oluşan Amerikan Koleji sınavına Yoanna ile birlikte girdim. Ona destek olmak amacıyla ve hiçbir beklentim olmaksızın. Sonucu da hiç umursamadım. Zaten birkaç hafta sonra Alman Lisesi giriş sınavını ilk 1% içine girerek kazandığımı öğrenmiş ve istediğim liseye başlayarak geleceğimin yönünü belirleyecektim.

O hafta Sofya Amerikan Lisesi sonuçlarını beklerken Yoanna ve ben sınıfımızın iki hafta sürecek olan yaz kampına katılmak için, ülkenin diğer yakasındaki Karadeniz sahiline gidecektik. Onlu yaşlarda ergendik, hormonlarımız gayet iyi çalışıyordu, oğlan arkadaşlarımızı belirliyorduk. Benimkini düşünmek bile beni bir yıldır deliye çeviriyordu.

Sekiz saat süren tren yolculuğundan sonra karadenize vardık. Tatil beklentilerimiz çok yüksekti. Sınavlar da geride kalmıştı, şimdi eğlenme zamanıydı. Ergenlik hormonları her şeyi idare ediyordu. O devirde cep telefonları yoktu ve her öğleden sonra Yoanna ve ben jetonlu telefonlara gidiyor annelerimizle konuşuyorduk. Yoannanın Sofya Amerikan Koleji sınavını merakla soruyorduk. Bir gün onu bulamadım. Ben de yalnız gittim jetonlu telefona. Telefonu annem olmadığından sekreteri aldı ve büyük bir heyecanla yüz kişi arasından üçüncü olarak Sofya Amerikan Koleji sınavını kazandığımı haber verdi. Sekreterin bana yanlış bilgi verdiğini düşündüm, çünkü bu sınavı gelişi güzel yapmıştım, ben zaten Alman Kolejini kazanmıştım, bir yanlışlık olmalıydı bu haberde, ilgimi de çekmedi. Daha sonra tekrar gelip annemle konuşmaya karar verdim.

Yoanna ve diğer sekiz kızla paylaştığım odama geri döndüğümde onu genç kızların krizleri içinde, çılgınca ağlıyor olarak buldum. Onu teselli etmem, yatıştırmam mümkün değildi. O an, onun annesiyle konuştuğunu, Sofya Amerikan Koleji sınavını kazanamadığını öğrendiğini derhal anladım. Bütün öğlesonrasını ve geceyi onu biraz olsun yatıştırmaya çalıştım. Sonunda her ikimiz de Sofya Alman Lisesine gitmeyi kabullendik. Ne de olsa çok iyi arkadaştık, bu sonuç onun ikinci seçimi olsa da yine güzeldi, birlikte okuyacaktık. Daha sonra anneme ulaştım, o da sekreterinin bana verdiği Sofya Amerikan Kolejini kazandığım haberini doğruladı ve beni mutlaka bu okulu seçmeye ikna etmeye çalıştı. Ona göre bu okul bu ülkede bulunabileceklerin en iyisiydi. Ne ki, ben kararlıydım, okul arkadaşım Yoanna ile Sofya Alman Lisesine gidecektim.

Ertesi gün kampımızın veda yemeğinden çıkıp o akşamki dönüş trenime hazırlanmak için odama doğru giderken az ileride, kamp binasının arkasında, Yoannayı lambanın altında benim seçimim hayranım oğlanla sevişirken gördüm. Kalbim topuklarıma düştü! Hiç bir söylemedim. Sadece gözlerime inanamadan onlara baktım. Odama döndüm. İki dev valizim vardı, genç kızlara özel her şeyimi içlerine gelişi güzel doldurdum. Sessizce tren istasyonuna yürüdüm.

Sekiz saat süren tren yolculuğu sırasında Yoanna neredeydi, onunla konuştum mu, ne dedim, hiç ama hiç hatırlamıyorum. Tren sabahleyin Sofya istasyonunda durduğunda kocaman valizlerimle kendimi Herkül gibi kuvvetli hissederek dışarıya, annemin kollarına doğru fırladım. Otomobile otomobile diye tekrarlıyordum, sadece yirmi dakikam var.

Annem tümden şaşkındı, ne oluyordu? Sormadı, valizlerimden birini kavradı. İnanılmaz bir hızla otomobile koştuk. Ona Sofya Amerikan Kolejine kaydolabilmem için sadece yirmi dakikam olduğunu söyledim. Saat 8:40 idi. Üstelik şehrin diğer yakasına gitmemiz gerekiyordu. Anneme Yoanna olayıyla ilgili bir şey söylemedim, annem de bu karar değişimimle ilgili bir soru sormadı. Ancak şimdi çok mutlu olduğunu seziyordum bu kararı aldığım için. Ne de olsa bundan daha iyi bir okul yoktu.

Muhteşem bir şoför olarak sürdü. Yoldaki hiç bir şeye, kırmızı ışıklara bile kulak asmadan beni saat 8: 56 da Sofya Amerikan Kolejine getirdi. Fırladım çıktım, kapıcıyı hızla geçtim ve kayıtların kesin kapanacağı 9:00 dan bir saniye önce kayıt odasına girdim. Son anda varmıştım, hayatımın geri kalanı şimdi yazılmaya başlıyordu.

Yoanna sevgilimi elimden almasaydı, bindiğim trenim sadece 4 dakika gecikseydi, annem kırmızı ışıklara bile dikkat etmeden beni okula götüremeseydi ve daha bilemediğim pekçok engel sözkonusu olsaydı, ben şimdi yerkürenin başka bir ucundaki başka bir ülkesinde, başka bir dilde, başka bir hayatı yaşayacak, başka rüyalar görecek, başka insanları sevecektim. Şu an İngilizce olarak yazılmış ve okuduğunuz Brain Picking sayfaları olmayacak, siz de bu öyküyü hiçbir zaman bilemeyecektiniz.

* * * * *

Yazar Susan Orlean da benzeri bir öyküyü Airmail: Women of Letters adlı kitapta anlatmış.

Susan Orlean’a büyükannesinden Webster’s Dictionary of the English Language, Second Edition adlı, kocaman, güncelliğini çoktan yitirmiş eski bir kitap miras olarak kalıyor. Çöpe atmadan önce sayfalarını şöyle bir karıştırayım diyerek gelişi güzel açıyor. Luna cornea ve Lustless sözcükleri arasında onu küçük bir sürpriz beklemektedir: dört yapraklı bir yonca.

“Bütün yaprakları ona doğru bakan, uzun sapı da J harfi gibi hafifçe bükülmüş bir dört yapraklı, hala yeşil, daha doğrusu yeşilimsi bir yonca. Yaprakları kurumuş, tamamen düzleşmiş ama görkemli ve sapına bağlı durumda. Yoncanın yeşil renkli can suyu kendisini sıkıştırıp tutsak eden kitabın sayfalarına hafifçe bulaşmış.

Yonca, Orlean için zaman makinesinde ikinci bir kişi olarak beliriyor. Büyükannesinin yaşamını birden çok merak ediyor. Bu yoncayı bulduğunda neredeydi? Yanında biri mi vardı? Neden yoncayı saklamak amacıyla özellikle kitabın bu sayfalarını seçmişti? Acaba ona sık sık bakıyor muydu yoksa tümden unutup gitmiş miydi? Mekan ve zamanı dolduran ne çok sorular doğmuştu kafasında bu buluntu karşısında!

“İlk kez büyükannem hakkında bu tür özel duygularım beliriyordu. Onu gerçekte hiç görmemiş biri olmama karşın, hayalimde görmeye çalıştım. Mesela genç bir bayan olarak, zaman içinde ve sabırla, dört yapraklısını bulana kadar yoncaları inceleyişlerini düşündüm. Bulacağı dört yapraklı yoncanın ona uğur getireceğini düşünmüş olmalıydı. Ve ben de uğurlu bir anımdaydım çünkü neredeyse atacak olduğum kitapla birlikte, içinde gizemlenen yoncayı da kaybedebilirdim ama buldum.”

Dört yapraklı yonca bende daha özel başka sorulara da kapı açıyordu. Her yaşamın birbirinden değişik birçok rastlantılarla örülü olduğunu düşündüm.

“O anda ilk kez, elimde miras olarak kalan sözlükle, hiç beklenmedik anlarda hiç beklenmedik şaşırtan olayların hayatın parçası oluşunu kavrıyordum. Yaşam neredeyse gerçekleşmesini bilmeden engelleyeceğin hayret veren ama bizi biz yapan rastlantılarla, kazalarla gelişiyordu. Benim yaşamım bulduğum bu dört yapraklı yonca ile kökten değişmedi ama bulduğum bir piyango bileti de değildi. Ya da onun o yağmurlu günde kullandığı değeri ölçülemeyen bir elmas da değildi. O kitabın içinde bulduğum yonca beni şaşkınlık içinde düşünmeye zorluyordu. Yaşamı bir yanıyla yaban bir hayvana benzettim. Onu ehlileştirmek olası değildi. Belki yaşam gerçekte hiç de yabanıl bir hayvan değildi. Yaşam belki bir büyük labirentti birçok kıvrımı, çıkmaz sokakları olan. O labirentte ilerlerken asla seçtiğiniz yolun -ya da seçmediğiniz yolun- sizi nereye götüreceğini bilemiyeceksiniz. Yalnızca seçtiğiniz yolun sundukları, getirdikleri, yaşamınız olacak.

Yaşamımda ilk kez, şans denen şeye inandım bu dört yapraklı yoncayla karşılaştığımda. Düşününüz, bu rastlantı aslında ne kadar küçük bir olay, pekala bunu yaşamayacaktım eğer kitabın sayfalarını şöyle bir açayım diye düşünmeseydim. Yaşamımım benzeri pek çok küçücük olayın peşpeşe ortaya çıkmasıyla yön ve şekil kazandığını düşündüğümde irkildim, ürperdim. O gece yattığımda şans eseri önüme çıkan olasılıklar içinden seçtiklerimi ve sonuçlarını düşündüm. Mesela, on sene önce bir sabah çalan telefona cevap vermemiş olsaydım, bir arkadaşım beni bir tanıdığıyla tanıştırmak istemeseydi ve ben de kabul etmeseydim şimdi evli olduğum adamla karşılaşmayacaktım. Hukuk fakültesi sınavını kazandığım halde kaydımı yaptırmayı unutmasaydım şimdi avukattım ama yazarım şimdi. Çöpe atılmış bir gazeteyi çıkarıp orada gözüme çarpan orkide hırsızıyla ilgili yazıyı okumasaydım ve bu konuda bir kitap yazmaya başlamasaydım… Ya da diyelim ki büyükannemin erkek arkadaşı ona o dört yapraklı yoncayı vermiş, gönlünü kazanmış olsaydı. Büyükannem de evlenmiş olduğu erkek yerine o gençle evlenseydi? Her şey evet her şey bambaşka olurdu. Çünkü kızı benim annem olarak doğmamış, ben de bugünkü ben olmayacaktım. Tüm benzeri ama küçücük rastlantıların ve seçimlerimizin yaşamları nasıl etkiledikleri ortada. Ya da seçmeyip geride bıraktıklarımızın…

Şans ve kader işliyordu sanki. Hem de olması gerektiği şekliyle işliyor. Raslantılar, karşılaşmalar, unutmalar, seçme ya da seçmeme gibi küçük hamleler bir tür kozmik denge oluşturuyorlar.

Sonunda her şey olması gerektiği gibi oluyor. İyi uykular.

 

Laisser un commentaire

Ce site utilise Akismet pour réduire les indésirables. En savoir plus sur la façon dont les données de vos commentaires sont traitées.