« Ucube Sanat » üzerine…



Sanatı hor gören, boğazına torba takar (mış)…

 

Frienship Monument : A symbol of controversy


“Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz… Hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz. Fakat sanatkar olamazsınız.”


“Güzel sanatlarda muvaffak olmak, bütün inkilaplarda başarıya ulaşmak demektir. Güzel sanatlarda muvaffak olamayan milletler ne yazık ki, medeniyet alanında yüksek insanlık sıfatıyla yer almaktan ilelebet mahrum kalacaklardır.”

Mustafa Kemâl Atatürk

* * *



© Nusret Özgül


Sanat, Latince ‘ars’ ; Yunanca ‘tekhne’ye uzanır.
Aristokles’e göre ‘tekhne’, doğru yönde akıl yürütmeye dayanır. Neticesinde bir eser ortaya çıkar ama bütün bu süreç üstün yetenek gerektirir.
Sanatın işlevi ve yaratıcı gücü, genelde kavramaya bağlıdır. İncelikleri ya bir yaradılış yetisidir, ya da ustasından öğrenmeyi gerektirir. Ancak, öğrenme tek başına yeterli değildir. Kişinin (öğrencinin, çırağın) yine de belli bir ‘akıl-zekâ-el’ üçlüsüne sahip olması zorunludur.

Bendenize gelince ;

Hedy Lamarr’ı dinleyecek olursam şunu demem gerekiyor ;
– Güzel bir tablo, benim için kadim bir dosta benzemeli ; bana eşlik etmeli, rahatlatmalı ve de ilham vermeli…

Albert Camus’a kulak verirsem ;
– ‘Suçlu bir vicdanın günâh çıkarmaya ihtiyacı vardır. Bir sanat eseri de bir tür günâh çıkarmadır’, görüşünü savunmak zorundayım.

Ustaların ustası Michelangelo’ya göre de ;
– Bir adam (sanatkâr) elleriyle değil, aklıyla, zekâsıyla çalışır ve ürettiği sanattır !

Fellini ise sanatın tarifini şu sözlerle yapar ;
– Bütün eserlerin otobiyografi yönü ağır basar. İstiridyenin otobiyografisinin inci olması gibi…

Oscar Wilde, ‘sanatın yaşamı taklit etmesinden daha çok ; yaşamın sanatı taklit etmesinin sonucudur’ sözü ile kimilerimize göre tartışılabilir bir kapıyı aralar.

Kısacası, ünlü veya değil her kişinin sanat anlayışının da ; tıpkı mutluluğun resmine, herkesin ortak algılayabileceği, tanımlayabileceği ve hatta baktıktan sonra ‘bu tablo harika, tam da benim mutluluğa bakışımı yansıtmış’ yorumunu getirebileceği türden aynı olması beklenemez.
Evet, riayet edilmesi zorunlu kuralları vardır.
Evet, çeşitli yöntemler gerektirir.
Evet, beceri, yetenek ve estetik bakış açısına sahip olmak zorunludur.
Ama, sanatın ölçüleri sınırsızdır !

Şahsen kendimi ‘sanattan anlayan’lar sınıfında, sıra üzerine oturmuş bir öğrenci gibi hiçbir zaman görmemiş olsam da ; her türlü sanatın beni düşünceye sevkedecek nitelikte olmasını savunurum.
Gerçeküstü heykeller, tablolar gibi…

Picasso’nun eserlerine bakınca hiçbir şey anlamam. Ancak, yukarıdaki tablonun İspanya’nın kuzeyinin (Bask Bölgesi) Franco’nun onayı ile, Hitler’in uçakları tarafından bombalanmasının yorumlanması olduğunu öğrenince ; derinliğine irdelemeye çalışır ve vahşetin boyutunun ancak bu kadar güzel ve anlamlı biçimde yansıtılabileceğini görürüm.

İsmail Doğan kardeşim gibi ustaların çizgilerinin yorumlanmasını çoğu vakit bakana bırakmalarının sırrı herhalde bu olmalı !
‘Hadi bakalım ben bu eserim ile sana ne anlatmak istiyorum ?’ sorusundan hareketle…
‘No comment !’ yanıtını veriyorsanız, hiçbir şey anlamamışsınız demektir ! Bilgi düzeyiniz, birikim ve donanımınız baktığınızı size yorumlatacak ölçülerden yoksundur.
« IQ » gibi…

Sağdaki fotoğrafta Mustafa Kemâl’in yüzüne baktığımda, o an kafasından neler geçtiğini, kafatasının içine gizlice girip öğrenebilmeyi çok isterdim. Belki de, çevresindekilere eserin kendisini hangi düşünce veya düşüncelere sevkettiğini aktarmıştır.
Ata gibi sanatı seven, sanatkârları teşvik eden bir liderin ‘kahretsin kim yaptı bu ucubeyi. Kadının tüm güzelliğini ayaklar altına almış !’ diyebileceğini hiçbir zaman düşünmem.
Heykel « uzaydan gelmiş bir yaratık »ı yansıtmıyor ise…

Picasso’nun tablosundakiler gibi… Kadının sol gözü dananınki gibi koskocamandır ve korku duyarsınız baktığınızda ; sağ gözü ise, dünyanın en güzel gözlü hayvanı merkebinkini andırmaktadır.
Ancak, Picasso o gözün boyutu ile vahşetin büyüklüğünü yansıtmaktadır. Sizi etkileyebilmiştir ki içinize korku basmıştır.Tek bir damla gözyaşı ise, güzelliklerin atılan bombalarla yok edilişine seyirci kalan bir ananın çaresizliğini yansıtır. ‘Ağlamaktan öteye elimden bir şey gelmiyor, acizim…’ dedirtircesine !

Başbakan Erdoğan’ın tartışma açan « ucube » sözüne bir açıklama getirmesi gerekiyor !
Bir taraftan sanatkârları toplayacak, yemekler düzenleyeceksin ; sonra tek bir cümle ile inandırıcılığını silip süpüreceksin.
Evet, o eserin « ucubelik » yanı nedir ?
Sanatkâr, heykeltraş bir mesaj vermeye çalışıyor olmalı !
Ya o, mesajını verecek, aktarabilecek kapasiteye, yeteneğe sahip değil ; ya da başbakan fazla « Arabesk » takılıyor olmalı ki, derinliğine inmeye çalışmadan, eser üzerine daha fazla bilgi edinmeden tek bir göz atmakla « fetva »sını vermiş olmalı ; yıkın gitsin bu « ucube »yi…
Ne yani, şimdi bu sözleri « mutlak iktidar » olduklarında, Taliban’ın Afganistan’daki heykelleri harabetmesi, Irak Savaşı’nın başlangıcını izleyen günlerde Saddam’ın heykellerinin yıkılması gibi, başbakanın hoşlanmadığı tüm eserlerin veya Atatürk anıtlarının, gravürlerinin ortadan kaldırılabileceğini mi düşünmemiz gerekiyor !
İşe, Anıtkabir’den mi başlamalı acaba ?
Yoksa sayın başbakan ; özgürlüklerin sınırını mı çizmiş « ucube » sözcüğü ile !
‘Hoşlandığım özgürlükler bendendir ; sevmediklerim « sansürlenmiştir » demeye mi getiriyor ?
‘Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir’ sözünü anımsatırcasına !
Hayır, belki de bizim gibi sanattan anlamayanların göremedikleri bir bakış açısı yakalamıştır ve de hiç hoşlanmadığından, her zamanki gibi « patavatsızlığı » tutup, basıp gitmiştir « fetva »sını !
‘Dinamitleyin gitsin bu ucubeyi…’
İyi de o zaman, hiç ama hiçbir şey anlamadığım, bana anlatmayan ‘no comment’ kaçamağına zorlayıp en azından bilgisizliğimi kabullenmeme karşın, yine de sanatkâra hürmeten hoşgörülü, temkinli bir davranış sergiletmeye zorlayacak Picasso tablolarını, heykellerini sergilendikleri müze veya galerileri basıp, parçalamam mı gerekiyor ?

Yok, sayın başbakan, yarın varsa TBMM Grup Toplantısında yapacağınız konuşmada bu olaya bir yorum getirmeniz ve benim türden « cühelâ » takımını ikna edici bir izahatta bulunmanız kaçınılmaz olmuştur.
Aksi takdirde, baltam, boya ‘spray’lerim, yangın çıkaracak kibritlerim yanıbaşımda duruyor. Picasso başta olmak üzere tüm ‘gerçeküstü’ eserler üzerinde çalışmış veya çalışmakta olan ustalara « cihat » açıp, açmamam iki dudağınızın arasından çıkacak sözlerin niteliğine bağlı.
En yakınımda olduğundan dolayı da İsmail Doğan’ın atölyesinden başlayacağım demektir !
Unutmayın ki, bırakın sanattan anlamasını, daha henüz okur-yazar bile olmayanların yüksek nüfus oluşturdukları bir toplumun önündesiniz ve her sözünüz o toplumun bireylerince, – tıpkı Türkçe kelimelerin bazılarında olduğu gibi – ne tarafa çekilirse o tarafa uzanabilecek « elastikiyet » kazandıracaktır.
Özellikle de iktidarınızda, öküz altında buzağı arayanlar açısından…
Yumurta bir kere kırıldı bari omlet yapmada kullanalım tamamen zayi olmasın !

Brüksel, 10 Ocak 2011

Aynı konuda :

« Ucubeler »in Hazin Sonu Üzerine Muhabbet…