Türk – Rus ve Amerikan askeri buluşmaları ne anlama geliyor?


 

Kürt hareketinin bölgede güçlenmiş olması, Türkiye’nin ülke ve ulus bütünlüğünü ciddi şekilde tehdit ediyor. IŞİD tehdit değeri olarak geride kalıyor. Bu durumda, Türkiye’nin IŞİD ile mücadeleyi, güçlenmiş Kürt hareketine bağlı tehdidi kontrol edecek bir mecrada yürütmesini gerektiriyor.

Antalya’daki üçlü-ikili toplantıları ise, bir askeri/güvenlik toplantısından öteye, Türkiye’nin dış politikadaki durumu, Rusya-ABD ilişkileri ve bu iki büyük gücün mevcut angajmanları dikkate alınarak değerlendirmek ve mevcut güvensizliği gidermede bir diyalog buluşması olarak görmek ve, “kamu diplomasisi” boyutunu da unutmaksızın, Türk diplomasinin son dönemde içine düştüğü zafiyetin bir işaret olarak kabul etmek gerekiyor.

***

GENELKURMAY BAŞKANLARININ ANTALYA TOPLANTISI
9 Mart 2017

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

©Prof.Dr.Osman Metin Öztürk

I. Türkiye, Rusya ve ABD Genelkurmay Başkanları, Türk Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın daveti üzerine, 07 Mart 2017 tarihinde, Antalya’da bir araya gelmiş; üçlü görüşmede, Suriye ve Irak konuları da dâhil, bölgesel güvenliğe ilişkin üç ülkeyi ilgilendiren konuların ele alındığı açıklanmıştır. Bir gün sonra (08 Mart 2017 tarihinde) ise, Türkiye ve ABD Genelkurmay Başkanları, ikili olarak, Rakka konusunu görüşmüşlerdir. Medyaya yansıyanların dışında, acaba Antalya’daki bu üçlü-ikili toplantıları nasıl “okumak” ya da “anlamak” gerekir?

II. Söz konusu toplantılara anlam yüklemesi yapabilmek için, öncelikle toplantıların zamanlamasına, yani yapıldığı sıradaki bölgesel koşullara; sonra da tarafların mevcut duruşlarına (angajmanlarına) bakmak gerekir.

Trump’ın Başkanlık koltuğuna oturması ile birlikte ABD’nin, genelde Orta Doğu’ya, özelde ise Suriye krizine ilişkin yaklaşımında bir değişiklik olmaya başlamış, daha müdahaleci bir ABD görüntüsü ortaya çıkmış ve ABD’nin müdahaleci görüntüsünün artarak devam edeceği algısı oluşmuştur. Trump ile yaptığı telefon görüşmesinden sonraki söylemleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu değişimden etkilendiği ve ABD ile yeniden birlikte çalışmak istediği izlenimine yol açmıştır. Rusya, hem ABD’deki bu değişimden, hem de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın neden olduğu izlenimden rahatsız olmuş görüntüsü vermiştir. Moskova’nın Kürt hareketine olan ilgisi, tam da bu sırada bir canlılık kazanmış ve bu, Rusya’nın Türkiye rahatsızlığının bir tezahürü olarak yorumlanmıştır. Ancak Rusya’nın Kürt hareketine duyduğu ilgideki canlanma, ABD’deki değişimin bölgede Erbil merkezli bağımsız bir Kürt devletinin kurulma ihtimalinin güçlü bir şekilde belirdiği anlamına da alınmıştır.

Doğu-batı istikametinde Azez-Cerablus arasında kalan ve Türkiye sınırından başlayıp güneye doğru Suriye içinde El Bab’a kadar uzanan derinlikte bir “güvenli bölge” oluşturma amacını taşıyan Fırat Kalkanı Operasyonunda bu amaca ulaşıldığı açıklanmıştır. Türkiye’nin Suriye’deki yeni hedefinin, Fırat Nehri’nin batısında kalan Suriye Kürtlerinin kontrolündeki Menbiç ile IŞİD’ın kontrolündeki Rakka olduğu belirtilmiştir. Türkiye’nin, Fırat’ın batısında kaldığı ve Suriye Kürtlerinin elinden alınıp Arapların yönetimine bırakılması için Menbiç’i gündemine alması, Ankara ile Washington’u karşı karşıya getirmiştir. ABD, PYD/YPG’nin Menbiç’ten çekilmesine olumlu yaklaşmadığı gibi, hem YPG’yi silahlandırma çabasına hız vermiş, hem de Menbiç’e Amerikan askeri konuşlandırmıştır ki, Menbiç’te konuşlandırılan Amerikan askerinin sadece IŞİD ile ilişkilendirilemeyeceği açıktır.

Zamanlamaya yani mevcut koşullara ilişkin bir diğer önemli husus da, son 8-10 yıl içinde ortaya çıkan ve giderek kendisini daha çok belli eden Türkiye ile ilgili “güven” sorunudur. Türkiye, uluslararası ilişkilerinde muhataplarına güven vermeyen, dolayısıyla “yalnız” bırakılmış bir ülke haline gelmiştir. Bu durum, Suriye krizinde kendisini çok belli etmiştir. Türkiye-ABD ve Türkiye-AB ilişkileri ciddi şekilde bozulmuştur. Türkiye, bu bozulma ile uluslararası ilişkilerinde ortaya çıkan boşluğu Rusya ile doldurma çabası içine girmek durumunda kalmış ve Suriye’nin kuzeyinden algıladığı üniter yapısına yönelik tehdidi kontrol altın almaya yönelik Fırat Kalkanı Operasyonunu ancak Ankara-Moskova yakınlaşması sonrasında başlatabilmiştir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan 10 Mart 2017 Cuma günü Moskova’da Devlet Başkanı Putin ile bir araya gelecektir. Devlet Başkanı Putin, bir önceki (09 Mart 2017) gün de, İsrail Başbakanı Netanyahu ile Moskova’da bir araya gelecektir ve İsrail Başbakanı, Rusya Devlet Başkanı ile yapacağı görüşmenin Orta Doğu’nun geleceği açısından önemli olacağını açıklamıştır.

III. Türk Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın daveti üzerine, ev sahipliğinde Antalya’da gerçekleşen söz konusu üçlü ve ikili toplantı hiç şüphesiz önemlidir. Ancak bu önemin, bölgede bazı şeylerin Türkiye lehine değişmesi ve/veya Türkiye’ye yönelik bakış açısında olumlu yönde bir değişiklik işareti olması anlamına gelmediği ya da bunlarla fazla ilgili olmadığı değerlendirilmektedir.

Söz konusu toplantıları, her şeyden önce, Orgeneral Hulusi Akar’ın yetenekleri, kişisel dostluğu ve çabası ile açıklamak uygun olacaktır diye düşünülmektedir. Orgeneral Hulusi Akar’ın daha önce iki kez ABD Genelkurmay Başkanı Orgeneral Joseph F. Dunford ile, Genelkurmay Karargahı yerine, Adana’daki TSK İncirlik Tesisinde görüşmeler yapması, “bir yönüyle”, aralarındaki dostluk ile açıklanabilir. Ancak Rusya Genelkurmay Başkanı Orgeneral Valery V. Gerasimov ile Orgeneral Hulusi Akar arasında, bu tür bir kişisel dostluktan söz etmek güçtür. Orgeneral Valery V. Gerasimov’un geçtiğimiz Eylül (2016) ayında Ankara’yı ziyaret etmiş ve Genelkurmay Karargahında Orgeneral Hulusi Akar ile bir araya gelmiş olması ve medya üzerinden edinilen izlenim, bu kanaati değiştirmemekte, aralarındaki ilişkinin kişisel dostluk seviyesinde olmadığı, resmi olduğu düşünülmektedir. Bu ifadeler ile işaret edilmek istenen husus, Türkiye ile ilgili genelde mevcut olan “güvensizlik” algısının Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başkan Trump ile yaptığı telefon görüşmesi sonrasında Rusya açısından öne çıktığının düşünülmesi ve Türkiye’nin Orgeneral Hulusi Akar’ın yetenekleri ve kişisel dostluğu üzerinden bu düşünceyi silmek istediği varsayımıdır. Orgeneral Hulusi Akar, Rusya’nın ve ABD’nin Genelkurmay Başkanları ile aynı masaya oturmuş, Irak ve Suriye de dâhil bölgesel güvenliğe ve istikrara ilişkin Türkiye’nin görüşlerini onlara aktarmış, böylece “güvensizlik” algısına dayalı yanlış anlamaları, soru işaretlerini ya da tereddütleri ortadan kaldırmıştır diye düşünülmektedir. Türkiye, söz konusu üçlü ve ikili toplantılar ile, Rusya ile ABD’yi Türkiye’nin bölgeye ilişkin duruşu konusunda net bir şekilde bilgilendirmiştir. Bundan ilerisini düşünmek bize gerçekçi gelmemektedir. Peki, bu önemli midir? Eğer Türkiye toplantıda konuşulanların dışına çıkmaz ise, elbette ki bu da Türkiye için önemlidir, en azından güvensizliğin/yalnızlığın aşılması bağlamında olumlu bir adımdır.

Söz konusu üçlü-ikili toplantılara yukarıdaki gibi bakınca, bundan başka bir sonuç daha çıkarılabilmektedir. Belirtilen toplantılar, kamuoyunda genelde “sürpriz” bir gelişme olarak nitelendirilmiştir. Sürprizin kelime anlamı “beklenmedik” tir. Ancak Antalya’daki toplantıların sürpriz olduğu görüşüne iştirak edilmesi güçtür. Çünkü güvenlikle ilgili olduğu için yüksek gizlilik derecesine sahip olduğu kabul edilen bu tip toplantılar önceden hazırlığı gerektirir ve toplantılar Antalya’da yapılmıştır. Yani toplantılar beklenmedik değil, planlıdır. Eğer sürpriz yani beklenmedik bir toplantı olsaydı, Antalya hazırlığı için yeterli zaman olmazdı ve katılımcı ülke sayısı az olduğu için de yapılacağı yer Genelkurmay Karargâhı olurdu. Bu ifadeler ile işaret edilmek istenen husus da, Ankara’nın, ABD ile Rusya’nın Türkiye’ye duyduğu güvensizliğin farkında olduğu ve bundan endişe duyduğu, sağlıklı bir diyalog kuramadığı için bu endişesini izale edemediği ve bu konuda Orgeneral Hulusi Akar’dan yararlandığı varsayımıdır.

Suriye krizi konusunda geçtiğimiz Ocak (2017) ayında Kazakistan/Astana’da yapılan toplantıya ABD’den özel bir katılım olmaması ve Moskova’daki ABD Büyükelçisinin bu toplantıya katılması, yine bize göre, Orgeneral Hulusi Akar faktörünü çağrıştırmaktadır.

IV. Eğer Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Türkiye-Rusya Üst Düzey İşbirliği Konseyi Altıncı Toplantısı için 10 Mart 2017 tarihinde Moskova’yı ziyaret edeceği ve Devlet Başkanı Putin ile bir araya geleceği hatırlanırsa; Antalya’daki toplantılar, Moskova’da yapılacak Erdoğan-Putin görüşmesinin sağlıklı ve güvenilir bir zeminde cereyan etmesine hizmet edecektir. Böyle bakınca da, hem Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Trump ile yaptığı görüşme sonrasın neden olduğu Rusya nezdindeki olumsuz izlenimi Putin ile görüşme öncesinde silmek istediği, hem de Türkiye’nin Rusya ile olan yakınlığını koruma ve geliştirme amacını taşıdığı anlamları çıkarılabilmektedir. Eğer öyle ise, Antalya’da yapılan toplantılar, bu amaçlara hizmet edecektir ve bu yönüyle de önemli sayılacaktır.

Antalya’daki toplantıların çağrıştırdığı bir diğer husus da, bölgede önümüzdeki dönemde kendisini gösterme ihtimali bulunan bazı gelişmeler ile ilgilidir. Her ne kadar Menbiç ve Rakka operasyonlarından söz etse de, Türkiye’nin Suriye krizindeki yeri ve rolü Fırat Kalkanı Operasyonu ile kontrolü altına aldığı bölge ile sınırlı kalabilir. Yetkililerden farklı yönde açıklamalar gelse de, Suriye’de, Türkiye’nin dışarıda bırakılacağı, yeni gelişmeler ortaya çıkabilir. Örneğin Erbil merkezli, Suriye’nin kuzeyi ile de ilişkilendirilmiş bağımsız bir Kürt devleti ilan edilebilir. Eğer bu muhtemel gelişmeler yaşanırsa, Antalya’da yapılan toplantılar, Ankara’nın Türk kamuoyundan gelebilecek tepkileri kontrol ya da manipüle etmesine imkân ve fırsat verebilecektir diye düşünülmektedir. Toplantının, bu amaçla da kullanılabileceği düşünülmektedir.

Rusya’nın ve ABD’nin bölgedeki “büyük güçler” olduğuna şüphe yoktur. O itibarla, Antalya’da Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın ev sahipliğinde yapılan üçlü ve ikili toplantıların Rusya ve ABD Genelkurmay Başkanları ile yapılması beklenen/olağan bir husustur. Ancak bu toplantıların konusu bölgesel güvenlik ve bu bağlamda özellikle Irak ve Suriye ise, İran niye yoktur? İran’ın olmaması, toplantıya ilişkin yukarıdaki varsayımları ve düşünceleri beslemektedir. Çünkü İran, şu anda, güvenlik ve istikrar bağlamında bölgede öne çıkan bir güçtür. Üstelik Türkiye’nin komşusudur. İran’ın Antalya’daki toplantılarda olmaması bir eksikliktir. Bu eksiklik, toplantının konusu ister bölgesel güvenlik ve istikrar olsun, ister Türkiye ile ilgili güven ve diyalog eksiliğini giderme amaçlı olsun, İran’ın bu toplantıya davet edilmemesi bir eksiklik olarak görülebilecektir. İran’ın, hem Rusya ile, hem de kamuoyunda görünenin aksine ABD ile yakındır. Bu, İran’ın katılımına yönelik olumsuz bakış açısını anlamlı olmaktan uzaklaştırmaktadır. Katılmayacağı az-çok tahmin edilmesine rağmen davet edilmiş olması, geleceğe yönelik olarak, bölgesel gelişmeler bağlamında Türkiye’nin elini diplomaside güçlendirebilirdi.

V. Bu vesileyle vurgulamakta yarar gördüğümüz bölgeye ilişkin başka hususlar vardır.

Bölgede, eskiye dönüş yolları tıkalıdır. Böyle bir düşünce ya da beklenti, eşyanın tabiatına aykırı olduğu kadar, geçekçi de gelmemektedir. Bu, sadece bölgedeki Kürt hareketi için değil, Irak’ın ve Suriye’nin geleceği için de geçerli olduğu değerlendirilen bir husustur.

ABD’nin Menbiç’te asker konuşlandırması ve YPG’yi silahlandırması, sadece IŞİD ile mücadele bağlamında görülebilecek bir durum değildir. Bunun, IŞİD’dan çok, Kürt hareketinin (ve Irak’ın) geleceği ile ilgili olabileceği düşünülmektedir. 09 Mart 2017 tarihinde Moskova’da Devlet Başkanı Putin ile biraya gelecek/gelen Başbakan Netanyahu’nun bu görüşme için kullandığı “çok önemli” ifadesi, belirtilen düşünce ile ilişkilendirilebilir.

Kürt hareketinin bölgede güçlenmiş olması, Türkiye’nin ülke ve ulus bütünlüğünü ciddi şekilde tehdit etmektedir. IŞİD’ın Türkiye için taşıdığı tehdit değerinin, Kürt hareketinin Türkiye için taşıdığı tehdit değerinin gerisinde olduğu düşünülmektedir. Bu, Türkiye’nin IŞİD ile mücadeleyi, güçlenmiş Kürt hareketine bağlı tehdidi kontrol etmesine zarar vermeyecek bir mecrada yürütmesini gerektirmektedir. Türkiye, bir taraftan büyük güçlerin IŞİD ile olan bağlantısını ve onların IŞİD’a yüklemiş olabileceği işlevi, diğer taraftan da ÖSO’nu kontrol etmedeki güçlüğü gözden kaçırmamak durumundadır. Bu noktada, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’ndan gelen, Dünyanın önde gelen güçleri Irak ve Suriye’de IŞİD ile mücadele ediyor, ama IŞİD’ı bitiremiyor ifadesi akla gelmektedir ki; bu, son derece önemli bir tespittir. Eğer IŞİD bir “proxy” unsur ise, IŞİD’ı kullananlar, istediklerinde bunu bitirebileceklerdir. IŞİD bitirilirse, yerini ne alacaktır, yeni “proxy” unsur kim olacaktır? Türkiye, bölgesel öngörülerinde bu hususa da yer vermek ve bölgede belirsizliğin oldukça yüksek ve bunun risk/tehdit anlamına geldiği mevcut konjonktürde ilgisini ve gücünü bölecek/ufalayacak adımları atmaktan uzak durmak, gücünü korumak durumundadır diye düşünülmektedir.

VI. Sonuç olarak; Antalya’daki üçlü-ikili toplantıların, Türk Genelkurmay Başkanı’nın daveti üzerine ve ev sahipliğinde, Rusya ve ABD Genelkurmay Başkanlarının katılımı ile gerçekleştiğine bakarak, bir askeri/güvenlik toplantısı olduğu düşünülebilir. Ancak gerek Türkiye’nin dış politikadaki durumu, gerekse Rusya-ABD ilişkileri ve bu iki büyük gücün mevcut angajmanları dikkate alındığında, Antalya’daki toplantıların; bir askeri/güvenlik toplantısı olmaktan çok, güvensizliği giderme ve dolaylı diyalog toplantısı olduğu, “kamu diplomasisi” boyutunun bulunduğu ve Türk diplomasinin son dönemde içine düştüğü zafiyete işaret ettiği düşünülmektedir.

*

ascmer

Laisser un commentaire

Ce site utilise Akismet pour réduire les indésirables. En savoir plus sur la façon dont les données de vos commentaires sont traitées.