Türkiye’nin günümüzdeki “baş belâsı…” : TSS !


Tehlikeli Siyasi Sendrom …

185px-Syndrome_Close_Up

© photocredit

münir_kebir

©Münir Kebir

Bu siyasi hastalık, yakın bir tarihte, sağlıklı bir stratejiyle ortadan kaldırılmadığı takdirde, ülkenin tüm savunma gücünü kaybederek bölünmesine gideceği gibi, kanlı iç savaşların önüne geçilemeyeceğinin de işâretlerini yolluyor. Bugünden görmek ise ancak feraset sahibi insanlara kalmış bir gerçektir.

***

Önce şu « Sendrom » kelimesini bi tanıyalım.

Sendrom, daha ziyade Tıb alanında kullanılan bir kelime… Fransızca kökenli olup lügat manada; « elbirliği » anlamına gelir.Tıpta ise; normal dışı bir hastalık ortaya çıktığında, tüm klinik uzmanlarının ortaklaşa elde ettikleri, teşhise imkân veren belirti ve işaretlere denir.

Tabi bir de « Tehlikeli Sendrom » var. Bu da; ateşli bir hastalıkla başlayıp,giderek vücudun tüm savunma mekanizmalarının çöktüğü vak’anın adıdır.

****

Hergün TV’daki haberleri ve çeşitli oturumları izliyorum. Gazeteleri okuyor ve sosyal medya aracılığıyla ülkemizde olan biteni gözlemliyorum. En çok karşılaştığım konu ise; « Türkiye’yi anlamak çok zor hale geldi » yakınması… Hatta baş sırada yer alıyor diyebilirim!.

İkinci olarak, hükümetin, şaşırtıcı biçimde bugün kamuoyuna açıkladığı bir kararını, bir ay sonra tam tersi icraata dönüştürmesi.. Ama en önemlisi, Türkiye’de artık hukukun çöpe atıldığı yakınmasının herkesi aynı çizgide, – hukuka güvensizlik çizgisinde – buluşturması…

Recep Tayyip Erdoğan hükümranlığı ile, The Cemaat arasında kalan Türkiye; yukarıda tarif ettiğim, “Tehlikeli bir siyasi sendrom” un pençesine düşmüş durumda….
Bu siyasi hastalık, yakın bir tarihte, sağlıklı bir stratejiyle ortadan kaldırılmadığı takdirde, ülkenin tüm savunma gücünü kaybederek bölünmesine gideceği gibi, kanlı iç savaşların önüne geçilemeyeceğinin de işâretlerini yolluyor. Bugünden görmek ise ancak feraset sahibi insanlara kalmış bir gerçektir.

Feraset  » in, Zihin uyanıklığı, bir şeyi çabukça anlayış kabiliyeti, bir insanın ahlâkını, kabiliyetini anlamak melekesi olduğunu da bu arada belirtmiş olalım.

****

İslam Tarihi; Abbasilerin, islamın arkasına sığınarak monarşik yapıda hüküm sürdüğünü, ancak bu durumun sonuçta aynı stratejiyle/islamın arkasına sığınarak, çeşitli farklı inançlara sahip toplulukların birer devlet olarak tarih sahnesine çıktıklarını belirtir. Bunun en bariz örneği Fatimi Devletidir. Tunus’ta MS 909 yılında kurulan bu devlet, daha sonra Mısır’a yerleşmiş, Suriye ve Lübnan’ın ardından, Basra, Ahvaz ve Vasıt gibi Irak’ın çeşitli bölgelerine kadar yayılmıştır.

Ne var ki, Fatımiler de kendi içlerinde bölünerek, halifelik makamını birer örgüt şeklinde ortaya çıkan, farklı mezhep topluluklarının emrine bırakmışlar ve bunun sonucunda devletin yönetim kadrosu, tribün topluluklarının hakimiyetiyle yüz yüze kalmıştır.

Bu topluluklardan konumuzu ilgilendiren ve varlığını günümüze kadar sürdüreni,ismine hiç te yabancı olmadığımız “DÜRZİLİK” olmuştur.

MS 996 yılında Halife Hakim Biemrillah, babasının vefatından sonra 12 yaşında halife seçilmiş, kendisini bu makama getiren ve yetiştiren hocası Bercavan’ı halifeliğinin dördüncü yılında öldürtmüştür. Amacı, tek başına buyruk olmaktır.

Çok geçmeden kendisini destekleyenlerden Şeyh Mehmet Dürzi, Allah’ın kalıptan kalıba girdiğini ve nihayet Hakim Biemrillah’ta karar kıldığını iddia ederek, Hakim Biemrillah’ın Allah olduğunu, Peygamberlerin de, reenkarnasyon yoluyla gelen aynı kişiler olması hesabıyla, Halifenin yardımcılığına, Hamza Bin Ali’yi atamış ve de peygamber olduğunu ilan etmiştir. Bu tribün örgütlenmesi, ” DÜRZİLİK” olarak tarihte yerini aldı. Şeyh Mehmet Dürzi de, çok geçmeden Müslüman halk tarafından öldürüldü.

****

DÜRZİLİK VE NURCULUK

Dürzilik ve Nurculuğun nasıl bir paralellik gösterdiğini anlayabilmemiz için, iki kaynağı dikkatle incelemek gerekecektir. Dürziliği Tarih-i Cevdet’ten, Nurculuğu ise, “Risaleyi Nurun içyüzü” adlı kaynaktan yaptığım tesbitlere göre değerlendiriyorum.
Bu değerlendirmeyle; Türkiye’nin bugün yakalandığı “Tehlikeli Siyasi Sendrom”una,
ve aynı zamanda ”The Cemaat”in harfi tarifine belirginlik kazandırmak istiyorum.

1 – Hakim Biemrillah, bir yandan, Kâbe’ye yeni örtüler gönderirken, diğer yanda kendisine Allah’lık vasfı kazandırılmasına sessiz kalıyordu.

Nurculukta ise, Said-i Nursi, sadece 3 aylık bir medrese eğitiminden sonra, Kur’an-ı Kerime iman etmekle birlikte; “Kur’an-ı Kerimin ruhu, Risale-i Nur’un cesedine girmiştir” (Emirdağ Lahikası s,79) diyerek,Kendisine, Allah tarafından ilham yoluyla ilim verildiği
ni, bu nedenle Risale-i Nur’un Anadolu’ya gelecek belaları önlediğini, bu sayede, II.Dünya harbine katılmadığımızı ilan etmişti.(!) O, bu ilanıyla; ”Madem ki Allah kendi kitabını övüyor, onun için ben de kendi kitabımı övmekte haklıyım” demeye getirmişti. Bu fikir; bugün “The Cemaat” müntesipleri tarafından kabul ve haklı görülmektedir.

2 – Dürziler, bu örgütten ayrılanlara “Piç” derlerdi. Dürziler görünüşte İslam gibi davranır ancak Peygamberi tanımazlardı.

Nurculukta ise, şakirtlerin imanla kabre girmelerinin ancak mensubiyetlerinin devamına bağlı olduğuna inanmaktadırlar. Ayrıca Fethullah Gülen bir mülakatında;
”Ben iyi bir insan olması için, o kişinin ; “La ilahe illalah” demesini yeterli görürüm. Muhammedun Rasullullah demese bile…
” demiştir.

3 – Dürzilik, kendi dâi’lerine (davetçilerine) “UKKAL” (Akıllı), diğer müntesiplerine ise “CUHHAL” (Cahil) diyerek, Dürziliğin çeşitli sembol ve astroloji ile alakalı ezoterik yönünü cuhhallardan saklı tutuyorlardı. Kadınları da ikiye ayırmışlardı. Ukkal sayılan kadınlara “Gayri Güveyde” erkeklere ise “Hassa” derlerdi

Nurcular ise, Hz.Ali’ye nisbet edilen Cifr denilen ezoterik bir çalışmayı Said-i Nursi’nin bildiğini, ancak bunu sadece Fethullah Gülen’in elde ettiğini savunurlar Erkeklere “Abiler” Kadınlara ise “Ablalar” diyip bunların dışındakileri ise, ”Cemaattendir” diye sıfatlandırırlar.

4 – Dürziler, Fatımilerin içinde olmalarına karşın, başa kendilerinden Hakim Biemrenin geçmesini fırsat sayarak, yönetimi ele geçirmişlerdir.

Nurcularda ise, Fethullah Gülen; “İdareyi, Mülkiyeyi, Adliyeyi ve Askeriyeyi ne pahasına olursa olsun ele geçireceğiz” diyerek RTE’yi iş başına getirip, bu teşebbüslerini gerçekleştirmişler. Ardından İstihbaratı da ele geçirmeye kalkınca, kendilerini deşifre etmişlerdir. RTE’nin
“Ne istediniz de vermedik”
diyerek, ”Paralel Devlet” tanımlaması yapması, aslında “Dürzilik Modeli” örgütlenmeden başkası değildir.

5 – Dürziler kendi içlerinde anlaşamadıklarında, bu anlaşmazlığı sır gibi tutar açığa vurmazlar.Tarih-i Cevdete göre; İbrahim Nehad adında bir Dürzi, işim var, Deyr-i Kamer’e gideceğim diye atına binip geceye kadar orada kalmış sonra da evine dönmüş. Ama kapıyı kilitli bulunca, kırıp içeri girmiş. Karısını zampara biriyle yakalamış. Can korkusuyla titreyen bu zamparanın elinden tutarak; ” Güle güle git ve lakin bu yaptığını gizli tut. Eğer duyulursa bu ölümüne sebep olur” dedikten sonra, karısına da bir şey dememiş, ancak bir müddet sonra, bir bahaneyle karısını boşamış.

Gizlilik elbetteki salt bu konuyla sınırlı değildir. Bu konunun dışında ise, Bülent Arınc’ın Mavi Marmara olayının sonrasında, bir gazetecinin sorusuna karşı “Kardeşim Hocaefendi ne diyorsa doğrudur” demesinden, The Cemaatin ” Ukkal”larından olduğunu anlamak çok zor olmaz. Öyleyse, Bülent Arınc’ın Belgrat seyahatinde “Benim bir özgül ağırlığım var Başbakanın sözleriyle benim sözlerim arasında çelişki var” diyerek, Başbakandan yakınmasının ardından, ertesi günü hiç bir şey olmamış gibi davranmaları, ister istemez Dürzilikte görülen sır saklama özelliğini çağrıştımıyor MU?

6 – Tarih-i Cevdetin beyanına göre ; Dürzilikte Ukkal’lar arasında bir de “Tabaka-i Etkiyası” vardı, bunlara “Mütenezzihin” deniliyordu. Bu grupta olanlar asla evlenmezlerdi. Fakat hepsi de, ticaret malı nereden gelirse gelsin kendilerine helal sayarlardı.

Nurculuğun, Fethullah Gülen dönemindeki adıyla “The Cemaat” Müntesiplerinden bir grup da, Said-i Nursi’yi referans göstererek evlenmedikleri herkesin malumudur. Faize haram deyip ardından, ”Dar-ul Harp” gerekçesiyle Bankacılıktan Medya patronluğuna dek her türlü ticari faaliyeti helal saydıkları da izahtan varestedir.

Bu karşılaştırmalar bitmez. Konumuzu ilgilendiren kaynaklara müracaat edilmesini okuyucuya bırakarak sonuca geliyorum.

SONUÇ:

Türkiye, Said-i Nursi’den Fethullah Gülen’e dek geçen dönemde, Demokratik Cumhuriyet ve Laikliğe karşı duydukları husumeti,, Kominizmle mücadelenin arkasına sığınarak devam ettirdiler. Ancak soğuk savaşın bitmesinden hemen sonra, Fethullah Gülen’in şahsında, Vatikan-ABD himayesinde “Dinler Arası Diyalog” denilen İslam diniyle taban tabana zıt bir faaliyeti, Dürzilik modeli bir örgütlenmeye dönüştürüp, bununla; Türkiye halkının, İslamdan uzaklaştırılması ile eş zamanlı olarak, Türkiye Cumhuriyeti Devletini Fethullah Gülen çakma halifelik yönetimi altına almak, bölmek ve parçalamak yoluyla Büyük Ortadoğu projesini gerçekleştirmeye çalıştılar ve bu çalışma halen gündem değişikliğiyle sürdürülmektedir.

“Parelel Devlet” suçlaması “Dürzilik tipi örgütlenme” nin ispatıdır. Biraz Dirayet ve biraz da Feraset diyerek, yazımı burada noktalıyorum.

Ama şunu da belirtmekten geçemiyorum. Bu “de-facto” durum, Türkiye için şu anda “Tehlikeli Siyasi Sendrom vakası” dır. Böyle bir vaka karşısında, sadece seçimlerden medet ummak boş bir hayaldir.

Umarım ve temenni ediyorum ki; 2014’un bu son gecesi, « Türk Milleti adına » karar veren ve onun adına rejimi koruyan ve kollayan makamlar, Milli uyanışa sebep teşkil edecek sorumlu oldukları davranışı, ülkemizin bu sendromdan kurtulması için çok geçmeden elbirliği ile gerçekleştirirler.

Saygılarımla,
31 Aralık 2014-İskenderun

Laisser un commentaire

Ce site utilise Akismet pour réduire les indésirables. En savoir plus sur la façon dont les données de vos commentaires sont traitées.