Silivri’de Türkiye’nin hesabı görülmüştür !!


Hesaplaşılan, hesaba çekilen ve hesap sorulan vesayet, statüko, darbe kılıfıyla Türkiye’nin temel ve milli kurumlarıdır.

adalet1

***

Ergenekon Davası’na konu olan iddialar ne kadar önemli ve ciddiye alınması gerekli ise de, adaletin üzerine düşen siyaset gölgesi, geçmişle hesaplaşma ve rövanş alma hedefleri söz konusu davanın sulanmasına ve yıpranmasına hizmet etmiştir.
Doğru ve yanlış bu kapsamda birbirine girmiş ve aralarındaki ayrım oldukça incelmiştir.
Darbe iddialarıyla ilgili kuşkular kuvvetli delillerle desteklenememiş, sağlam ve güvenilir tanıklarla güçlendirilememiştir. PKK militanları, Ergenekon Davası muhteviyatında sunulan fırsat ve imkânları boş çevirmemişler, dağda yapamadıklarını duruşma salonlarında, karanlık odalarda iftiralarıyla yerine getirmişlerdir. AKP iktidarının taraf olarak müdahil olduğu söz konusu dava, başından itibaren siyasal mülahaza, tesir ve telkinlere açık olmuştur. Adaletin ilke ve esasları hiç gözetilmemiş, hiç umursanmamıştır.

Silivri adeta Türk ordusunun yargılandığı ve silindir gibi üzerinden geçildiği zulümhaneye dönmüştür. Hepsinden daha da hazin verici olanı ise, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde görev almış, makam ve mevkii olarak bu kurumun zirvesine tırmanmış değerli şahsiyetlerin terör örgütü kurmak ve yönetmekle suçlanması olmuştur. TSK’nın terör örgütüyle eşdeğer görülmesi, şerefli isminin terörizmle bir anılması ve bu Peygamber Ocağı’na terörist yetiştiren çete muamelesi yapılması en nazik ifadeyle müfterilik olarak damgalanacaktır. Şüphesiz AKP hükümeti ve tüm hücrelerine kadar zehirlediği adalet müessesesi tescilli ve kanlı asıl teröristbaşını aklama derdine düşerken, Genelkurmay Başkanlığı yapan saygın isimlere terör örgütü çamuru sıçratması ve örgüt yöneticiliği iftirasını reva görmesi ahlaksızlıktır.

Masumlarla suçlular birbirine karıştırılmış; darbe kafesine, darbeci safına sağlıklı ve objektif bir tasnif yapılmadan muhalif özellikleriyle bilinen birçok kişi konulmuştur. Bu nedenle doğru bir şekilde başlayan, gerçek manada darbenin ve darbecilerin üstüne gitmesi gereken yargı süreçleri, ilerleyen yıllarda bağlayıcılığını ve inandırıcılığını hem ahlaken hem de hukuken yitirmiştir. Tabiidir ki, adalete bağlılık, toplumsal işbirliği ve sosyal ahenk derin ve tedavisi güç bir yara almıştır.

Israrla söylediğimiz gibi, hukukun kararlarına saygı duymak hepimizin uyması gereken başlıca kuraldır. Ancak hukuk her şeyden önce saygıyı ve riayeti de hak etmelidir. Tarafsızlığı kalmamış, objektifliği tarumar olmuş bir hukuk anlayışına saygı duymak ve kararlarını vicdanlarda onaylamak hiç şüphesiz akla ve mantığa aykırıdır.
Ergenekon Davası’nda, dayanaksız şüphelerden ve mesnetsiz delilerden hareket edilerek varılan sonuçlardan, aşırı ve ölçüsüz cezalardan malum bir azınlık dışında kimse memnun kalmamış ve olağan görmemiştir.

Evet, doğrudur, Ergenekon Davası Cumhuriyet tarihinin en büyük hukuki hesaplaşmasının adıdır.

Çünkü;

√ Hesabı görülen Türkiye’dir.

√ Hesabı görülen Türk milletidir.

√ Hesabı kesilen Türk Silahlı Kuvvetleri’dir.

√ Hesaplaşılan, hesaba çekilen ve hesap sorulan vesayet, statüko, darbe kılıfıyla Türkiye’nin temel ve milli kurumlarıdır.

AKP hükümeti küresel ve bölgesel projeler gereğince Türk Silahlı Kuvvetleri’ne operasyon yapmış, hukuku baltalamış ve Türkiye’nin kanına girmiştir.

Cebir nerededir, şiddet nerede yaşanmıştır? Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, iki yıl boyunca kendilerine sözde cebir ve şiddet uygulayan birisine nasıl katlanmışlar, buna nasıl dayanmışlardır? Devletin tepesinde bulunan bu iki kadim arkadaşın akılları o zamanlar acaba nerededir? Değil mi ki Türkiye Cumhuriyeti hükümetini malum isimlerin cebir ve şiddetle devirme teşebbüsü sabit görülmüştür, değil mi ki bir örgütün varlığına hükmedilmiştir; o halde Başbakan ve hükümeti hangi maksat ve gerekçeyle İlker Başbuğ’u Genelkurmay Başkanlığı görevinde tutmuştur? Sayın Başbuğ, tıpkı İmralı canisi gibi müebbet ceza aldığına göre, şerefle şerefsizlik, şeytanla melek, caniyle kahraman nasıl, ama nasıl ayrıştırılacaktır? Bu olanların neresini doğru görelim, neresini kabullenelim?

Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs ettiği ilan ve iddia edilenlere acımasızca cezalar verilmiştir de, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yıkmaya ve yok etmeye çalışanlara ne hakla, ne cüretle ve ne bahaneyle kucak açılmış, pazarlıklar yapılmış ve yapılmaya da devam edilmektedir?

Karar merciindeki hukuk insanları aleniyet kazanan ihanetlere, resmiyet kazanan bölücülüğe, kurumsallaşan en adi ve cani suçlara neden sessiz, neden tepkisiz ve hangi akla hizmet put gibi durmaktadır?

Ülkemiz askeri darbe dönemlerinden sonra, sivil nitelikli bir darbeyle karşı karşıyadır. Kimsenin kimseye güveni, kimsenin kimseye hoşgörüsü kalmamıştır. Mahkemeler AKP’nin arka bahçesi haline getirilmek istenmiştir.
Başbakan Erdoğan çete mantığıyla devlet ve hükümet yönetmektedir. Hoşuna gitmeyen, aklına yatmayan, kafasının bozulduğu, hareketlerini tasvip etmediği, eleştirilerinden bunaldığı, tipini sevmediği, sesini beğenmediği, siyasi tercihini benimsemediği kim varsa tuzaklar kurmakta, ya darbeci ya da demokrasi karşıtı olarak lanse etmektedir.

Şu sözler bizzat Başbakan’dan işitilmiştir:
“Bu ülkenin Başbakanı, soruyorum sizlere, bir anma törenine gider de, bir korgeneral ayağa kalkmaz mı? Kalkması gerekir, kalkmadığı anda da tabi bedelini öder, o ayrı bir mesele. Zaten de bedelini ödedi.”

Böylesi bir hukuk zihniyeti, böylesi intikamcı bir bakış, böylesi ilkel bir tavır demokrasiyle bağdaşmadığı gibi, inançlarımızın hiçbir yerinde de yoktur.
Başbakan Erdoğan ve hükümeti ne yapmış, ne etmiş geçmişin hıncını eğip büktükleri demokrasi beyanlarıyla çıkarmanın arayışına koyulmuştur.

Şimdilik başarmışlar, şimdilik sonuç almışlardır. Ne var ki, hukukun objektifliğini kaybetmesi, önyargılı kararlara imza atması büyük badire ve belalara davetiye çıkaracaktır. Hukuk devletine olan itibar ve hürmetin gölgelenmesi, keyfi ve zorlama kararlarla insan hayatlarının karartılması gün gelecek misliyle muhataplarına geri dönecektir. Tarihin her devrinde geçerli olan bu insanlık kuralını kimsenin unutmaması lazımdır. Hukuk herkes içindir ve herkese bir gün öyle ya da böyle gerekli olacaktır.
Bugünün mağrurları, bugünün zorbaları, bugünün insafsızları ve bugünün azgınları şayet böyle giderse, gün gelip de mahkum olduklarında kimsenin yüzüne bakamayacaklar, kimseden de anlayış ve hoşgörü bulamayacaklardır.

Darbelere karşı durmak, darbelere karşı çıkmak, darbecileri hukuken etkisiz bırakmak demokrasinin ve insanca yönetim tercihinin zorunlu bir yönüdür.
Silah zoruyla millet iradesinin gaspı, demokratik müesseselerin saygınlığına leke sürülmesi tasvip etmediğimiz ve asla benimsemediğimiz bir sapma halidir. Ülke olarak yarım yüz yıl önceki hadiseleri durmadan konuşarak, olaylardan husumet çıkararak ve üstelik istismar ederek bir yere varmamız beklenmemelidir. Bugünkü ülke yönetimini elinde tutanlar üç darbeye şu ya da bu şekilde şahitlik etmişler ve ceremesini çekmişlerdir. Üç ihtilal, iki muhtıra yaşayan bir neslin ferdi olarak, demokrasinin derinleştirilmesini, temsil ve yönetimde adaletin sağlanmasını, çoğulcuğun azınlığa tahakküm kurmamasını çok önemsiyorum.

Şurası da iyi anlaşılmalıdır ki, demokrasiyi savunmak konusunda hiç kimse yalpalamamalı, gayri meşru yönetim ve oluşumlara hiç kimse hareketsiz durmamalıdır. Öncelikle Türkiye’nin ara rejim dönemlerinden ders alınmalı, siyasetteki tıkanıklıkların, aşınmaların, egemenliğin kullanımındaki çarpıklıkların nelere mal olduğu ve olacağı unutulmamalıdır. Bu yüzden darbe teşebbüsüne kalkıştığı tam ve kesin emarelerle, şahitlerle, bilgi ve bulgularla belirlenenlerin, darbeye çanak tuttuğu kuşkuya yer bırakmayacak şekilde teyit edilenlerin üzerine kararlılıkla gidilmelidir. Ve de en ufak bir taviz ve gecikme hali gösterilmemelidir.

Şunu da kabul etmeliyiz ki, darbeci bile olsa, kişilerin insan olmaktan doğan hakları vardır ve bu asla yabana atılmamalıdır. Hukuki süreçler açık ve şeffaf olmalı, hiç kimseye işlemediği bir suçla ilgili ceza layık görülmemelidir. Farklı zamanlarda ifade ettiğim gibi, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde eğer varsa darbecilerin ayıklanması da yapılmalıdır. Fakat her fırsatta Türk askerini darbeci diyerek sindirmeye ve şüphe altında bırakmaya da kimsenin hakkı yoktur.

Türkiye’nin hak ve menfaatlerinin yanında olan, Türk milletinin birliği ve varlığı için ölümü bile göze alan Türk ordusunun yüzlerce yıllık şahsiyetiyle oynamak, rencide etmek hainler, teröristler ve emperyalist maskaralık dışında hiç kimseye bir şey kazandırmayacaktır. Bu gerçekleri göz önüne alarak Ergenekon Davası’nın temyiz aşamasında, Yargıtay’daki değerli hâkimlerin suçsuz ve günahsızların aklanması ve temize çıkması konusunda üzerlerine düşen tarihi sorumluluğu yerine getireceklerini, hukukun saygınlığını tekrar kazanması için ellerinden geleni yapacaklarını düşünüyor ve bunu ümit ediyorum. Şu nazik ortamda, Silivri’deki hesabın Yargıtay’dan dönmesi milletimizin en acil beklentisi haline gelmiştir. Bilinsin ki, Türk askerini darbeci, provokasyoncu, suçlu, örgüt üyesi, terörist olarak göstermeye çalışan AKP-PKK ve hıyanet güruhunun hayal kırıklığıyla sarsılacakları ve mutlaka da kaybedecekleri günler çok uzak değildir.

Devlet Bahçeli
MHP Genel Başkanı.

Konuşmanın tam metni (PKK, Suriye’deki durum, dış politika…)

    Laisser un commentaire

    Ce site utilise Akismet pour réduire les indésirables. En savoir plus sur la façon dont les données de vos commentaires sont traitées.